Liman işçilerinin sorunları
Türkiye’nin en büyük liman işletmelerinin bulunduğu İstanbul Ambarlı konteyner hacmi bakımından ülkenin en büyük, kargo tonajı bakımından ise beşinci büyük limanı konumunda. 300 metreden büyük gemilerin girebildiği birkaç limandan birisi olma özelliğini de taşıyan Ambarlı, İstanbul'un ilk özel limanı aynı zamanda. Ambarlı’da 4 büyük liman işletmesi faaliyet yürütüyor: Marport, Kumport, Akçansa, Mardaş. Bu şirketlere çalışan taşeron şirket sayısı ise hayli fazla. Her ana fabrikanın altında 5-6 ayrı taşeron çalışıyor neredeyse. Yaklaşık 6-7 bin civarında işçinin çalıştığı limanda işçilerin yarıya yakını taşeronlara bağlı.
Öğle saatleri, liman işçisinden telefon bekliyoruz. Amacımız işçilerle kıdem tazminatının fona devri tartışmalarını konuşmak. Telefon çalar çalmaz yola koyuluyoruz ve soluğu Ambarlı Liman işçilerinin yoğunluklu oturduğu Esenyurt’ta alıyoruz. Gittiğimiz mahallenin nüfusunun önemli bölümünü çalışmak için bölge illerinden İstanbul’a göç edenler oluşturuyor. Bitlislilerin sayısı ve son yıllarda memleketlerindeki savaş nedeniyle gelen Suriyelilerin sayısı azımsanamayacak kadar. Göçmen işçi ve emekçilerin bu mahalleyi tercih etmesi tesadüf değil elbette; kiralar ucuz, limana, Haramidere Beylikdüzü Sanayi Bölgesine yakın.
Bitlislilerin kahvesinde buluştuk işçilerle. Gün ortası olmasına rağmen 10’a yakın liman işçisi var. Şirketin vardiyaya çağırmasını beklerken okey atıyorlar. Ambarlı limanında şirketlerin ihtiyacına göre esnetilen vardiyanın pandemi sürecinde iyiden iyiye fırsata çevrildiğini öğreniyoruz. Kimi işçiler iki gündür telefon başında mesaiye çağrılmayı bekliyor. Bu tablo işlerin azalmasından değil; işe gittiklerinde 15-16 saatten aşağı çalışmıyorlar zira.
FONA DEVİR GÜVENCE SAĞLAMAYACAK
Ama önce kıdem tazminatının Tamamlayıcı Emeklilik Sistemi (TES) adı altında fona devredilmesini konuşuyoruz. İşçilerin hiçbiri kıdem tazminatı düzenlemesinin güvence sağlayacağına inanmıyor. Ancak bu kıdem tazminatı düzenlemesine ilişkin soru işaretleri olmadığı anlamına da gelmiyor.
Pandemiyle derinleşen yoksulluk, esnek çalışmanın yıpratıcı boyutlara ulaşması, salgına karşı alınan önlemlerin göstermelik kalması ve tüm bunlar yetmezmiş gibi kıdem tazminatının fona devredilmek istenmesi… İşçilerin tepkisi büyümüş. Ancak henüz bu tepki “ne yapmalı, nasıl yapmalı” gibi soruların yanıtlarında bir ortaklığa dönüşebilmiş değil.
Kimi, aksayan yanlarını bilmesine ve deneyimlemesine rağmen mevcut sistemin sürmesinden yana; kimi mevcut sistemin işçi lehine yasal değişiklikler yapılarak güçlendirilmesini istiyor. Bununla birlikte işçilerin çoğu hükümetin yapmak istediği düzenlemenin detaylarından bihaber.
Görüştüğümüz işçilerin “işten atılma” ve “fişlenme” tehlikesi nedeniyle gerçek isimlerini kullanmadık. Onlara, kendilerinin tercih ettiği isimlerle hitap ettik.
2 AY ÖNCE DAVA AÇTI, BEKLENTİSİ KIDEM TAZMİNATININ BİR KAÇ AYA HESABA YATMASI
Selim eski bir liman işçisi. 2 yıl taşerona bağlı çalıştı. Ta ki 10 ay öncesine kadar. Kendi ifadesiyle devam edersek: “Yok yere işten çıkardılar beni. Gerçi bu sürekli yaşanıyor limanda.” Selim’le birlikte atılan 9 işçi daha var. Geçerli bir sebep olmadığı gibi kıdem tazminatları da ödenmedi.
Bekar olduğu için kendini ‘şanslı’ sayan Selim’in annesi yakın zamanda vefat etmiş; babası ve kardeşleriyle bir evde kalıyor. 800 lira kira ödüyorlar. Boşta kaldığı 6-7 aylık sürede ekonomik zorluklar yaşayınca yevmiyeli parça başı işlere giderek sağlamış geçimini.
Selim; 2 ay önce anlaştığı avukatla kıdem tazminatı davası açtı. Avukatın hesabına göre kıdem tazminatı 10 bin liraya yakın tutuyor. Birkaç aya paranın hesaba yatmasını umuyor: “Önümüzdeki aylarda davanın sonuçlanmasını bekliyoruz.” 2 yıla kadar uzayan kıdem tazminatı davalarını hatırlattığımızda önce bir suskunluk alıyor Selim’i ardından ortalığa çıkışıyor: “2 yıl çalışmışım kardeşim... Verin tazminatımı, ne kadar çalıştıysam ödeyin.”
Mesele yeni düzenlemeye geliyor. Kıdem tazminatının fona devrinin işçilerin haklarını güvenceye alacağına inanmayan Selim, “Bir insan 10 sene çalışır; sonra işten ayrılırsa emeği boşa gidecek. Bence bugüne kadar nasıl geldiyse böyle devam etmesi lazım” diyor. Sonra biraz düşünceli, sakalını kaşıyarak kalkıyor, yan masada okey oynayan dörtlünün yanına sokuluyor.
TAZMİNAT İŞÇİNİN SİGORTASI
Kemal giriyor söze. Kıdem tazminatının belirli haller dışında ödenmemesi onun da kafasına yatmamış: “En basitinden ben 5 yıl çalışacağım; devlet sonra kalkıp bana tazminatı alamazsın diyecek. Niye, tazminat benim hakkım değil mi? Devlet ‘kıdemi güvenceye alıyoruz’ diyor. Ne güvencesi, şimdi de güvencemiz yok, o zaman hiç olmayacak.”
10 yılı aşkın süredir limanda çalışan Mehmet şu an bulunduğu işletmede 5 yılını doldurmuş. İlk verdiği açıkta patronun kendisini işten atacağını söylüyor. Kıdem tazminatını “sigorta” olarak görmesi bundan: “Kıdem tazminatı fona devredilmiş olsa beni bir dakika tutmaz. Ama gerekçesiz işten atsa 20 bin lira kıdem tazminatı ödemek zorunda.” Mehmet, mevcut sistemde de kıdem tazminatının güvence altında olmadığının farkında. İflas eden şirketlerden örnek veriyor. Kıdem tazminatının işten atılan işçilere nefes olduğunu söyleyen Mehmet, “Fona devredilince işten atılırsam daha eve dönmeden yeni bir iş aramak zorunda kalacağım” diyor.
Mustafa’yla konuşuyoruz. kıdem tazminatını almak için işçinin 7 bin 200 gün prim ödemesi gerektiğini hatırlatan Mustafa kendinden örnek veriyor: “Yaşım 35 mesela. Şu an 2900 gün primim var. Kıdem tazminatını alabilmem için en az 11-12 sene daha çalışmam lazım. 7200’ü doldursam bile emeklilik için 65’e kadar beklemem gerekiyor.”
Kıdem tazminatının bugünkü sistemde güvenceye alınmasını isteyen Mustafa, “Bir işçi bir iş yerinde emek vermişse çıkarken hakkını alması gerek. İster kendi çıksın, ister patron çıkarsın. Görüyoruz, bir işçi işten çıkıyor mesela yıllarca kapı kapı dolaşıyor ki hakkını alsın. Patronlar o kadar rahat ki; ‘Vermiyorum tazminatı, istersen mahkemeye git’ diyor. O da biliyor davanın yıllar süreceğini” diyor.
Araya giren Mehmet, “Hükümet samimiyse kıdem tazminatında işçi lehine düzenlemeler yapsın. Önce kıdem tazminatı şartını 1 yıldan 6 aya düşürsünler. İflas eden şirketlerde devlet kıdem için garanti versin. Kıdem tazminatı davalarının sürelerini kısaltsınlar” diye sıralıyor taleplerini.
Kıdem tazminatı fona devredilirse patronların elinin daha fazla güçleneceğini söyleyen Mehmet, “Devlet işçi için adım atmak mı istiyor? Gitsin fabrikaları denetlesin. Bugün 3 bin-4 bin TL maaş veren fabrikaların neredeyse tümü resmi evraklarda asgari ücret gösteriyor. Asgarinin üstünü işçiye elden veriyor. Bizim işletmede 10 kişi SGK’ya kanun dışı çalışma nedeniyle şikayette bulundu, bir tane denetleyici gelmedi. Hükümet gerçekten adım atmak istiyorsa bunları yapsın. Ama onların tek derdi işverenleri savunmak.”
YANITI ARANAN SORU: NE YAPMALI?
Söz kıdem tazminatının savunulması için nasıl bir mücadele gerektiğine geldiğinde önce bir sessizlik oluyor. İşçiler, sırf kendileri karşı çıkıyor diye düzenlemenin geri çekilmeyeceğinin farkında. Kemal’in anlattığına göre; kıdemi 8-10 yılı bulan işçiler bireysel olarak bugüne kadar biriken kıdem tazminatını kurtarmanın yollarını aramaya başlamış.
Mustafa yasaya karşı birlik olmak gerektiğini söylüyor: “Hep birlikte sesimizi hükümete duyurmamız lazım.” Kendi işyerinde bunun nasıl sağlanabileceğini sorduğumuzda ise şu yanıtı veriyor: “Benim çalıştığım yerde bu iş zor. Bizde sendika yok. Kıdem tazminatı neredeyse işçilerin sohbet gündemi olmuyor. Bizim gündemimiz hâlâ mesailerin eksik yatması.”
‘İŞÇİLER SENDİKALARI ZORLAMALI’
Daha önce limanda sendikal çalışma yürüten Mehmet, sendikaların bugünkü zayıflıklarına da dikkat çekerek “İşçilerin önce kendi iradelerine sahip çıkması lazım. Bütün işçi ve emekçilerin sendikalarda birleşmesi ve sendikacıları zorlaması gerek. Sendikasız işçilerin de kendi haklarını savunan sendikalarda birleşmesi lazım” diyor.
Sendikaların limanda kıdem tazminatına ilişkin neler yaptığını sorduğumuzda ise Liman-İş’in İstanbul İşçi Sendikaları Şubeler Platformu çatısı altında sürdürdüğü faaliyetleri sıralıyor: “Geçen hafta da kıdem tazminatına karşı eylem yaptık. Bizim ilk hedefimiz bu platformu güçlendirmek. Aslında işçiler neleri kaybedeceğinin farkında ama işsiz kalma korkusu var.”
‘1 MAYIS’TAKİ GİBİ YAPABİLİRİZ’
Yürütülen mücadelenin adım adım ileri taşınması gerektiğini vurgulayan Mehmet, “Mesela bu yıl 1 Mayıs’ta bir saat de olsa 10 dakika da olsa işyerlerinde eylemler yaptık. Öncelikle sendikalı işyerlerinde yine kıdem tazminatına tepki olarak böyle eylemler düzenlenebilir. Bu tip eylemler örgütsüz işyerlerindeki işçileri de biraz olsun cesaretlenecektir. Bütün sendikalar örgütlü olduğu yerlerde birer gün iş bırakma eylemleri yapmalı. Mücadeleyi ancak böyle ileri taşırız.”
Pandemi sürecinde limandaki bazı işletmelerin faaliyetlerinde yüzde 10 gibi kısmi düşüşler yaşansa da diğer liman işletmelerinde normalin aksine işler yoğunlaşmış. İşlerin yoğunlaşması bu patronların bu süreci fırsata çevirmesine engel olmamış.
Liman işçisi Ahmet yaşadıklarını şöyle anlattı: “İş artmasına rağmen bizi ücretsiz izne çıkardılar. Arkadaşlarımızı ücretsiz izne gönderdiklerinde bizi 15-16 saat çalıştırdılar. Biz ücretsiz izne gönderilince de onları fazla çalıştırdılar. Kimse de fazla mesaiye kalmıyorum diyemedi. Kardeşim madem işin yoğun, ücretsiz izne çıkarma işçini. Bunu Çalışma Bakanlığına bildirmemize rağmen denetim yapılmadı.”
PANDEMİ DEYİP YEMEK ÇEŞİDİNİ İKİYE DÜŞÜRDÜLER
Uzun süredir işsiz kalan Selim’e hükümetin nakdi destek açıklamalarını soruyoruz: “Ben başvuru bile yapmadım. Biliyorum zaten çıkmayacağını. 3 ay önce işe girdim diye, ‘Sen sigortalısın, işin var’ diyorlar.” Nakdi yardıma eşiyle birlikte başvurduklarını söyleyen Mehmet ise sonucu şöyle anlatıyor: “Sadece bana çıktı, o da bin lira. Bin lira benim hangi ihtiyacımı karşılayacak? Elektrik, su her şeye zam geldi. Liman patronları pandemi sürecinde kazancını artırdı. Ama ücretsiz izne çıkardılar bizim ücretlerimiz düştü. Devlet bize vermediği parayı işverenlere teşvik olarak verdi.”
Bir başka işçi ise pandemi sürecinde patronların aldığı önlemlerin göstermelik olduğunu şöyle anlattı: “13 kişilik servislere bindiriyorlar bizi 16-17 kişi; sonra limana girince diyorlar sosyal mesafe... 3 ayda bize 2 tane maske verdiler; bir beyaz bir de siyah. Şimdi soruyoruz maske yok mu diye, bizi durmadan oyalıyorlar. Pandeminden önce 4 çeşit yemek veriyorlardı; önlem alıyoruz dediler onu da düşürdüler iki çeşide.”
İŞÇİYİ TELEFON BAŞINDA BEKLETİP HAFTALIK İZİNDEN SAYIYORLAR
Pandemi öncesinde de en büyük sorunlardan biri olan esnek çalışma pandemiyle birlikte işçiler için adeta eziyete dönüşmüş durumda.
Örneğin Mustafa’nın çalıştığı liman işletmesinde denkleştirme sistemi uygulanıyor. “Denkleştirme” denilen bu sistem fazla mesai ücretlerini iç etmenin süslü adı. Mustafa’nın “Bizim gündemimiz daha fazla mesailer” serzenişi de sistemin detaylarını öğrendiğimizde anlaşılır oluyor: “Denkleştirmede aylık baz alınıyor. Bu ay 180 saatin üstünde çalıştıysam bir sonraki ay 180’in altında çalıştırıyorlar; iki ayı birbirine denkleştiriyorlar, mesai vermiyorlar. Fazla mesai ücreti almak için iki aylık mesai toplamının 360 saati aşması gerekiyor. 360 saati aşamazsan eksiye düşüyorsun. Mesela 5 gün 12 saat çalıştırıyorlar, 1 gün yatırıyorlar; 12 saat çalıştığın boş.”
Denkleştirmenin sadece Akçansa’da uygulandığını söyleyen Mehmet, pandemi sürecinde haftalık izin haklarının da gasbedildiğini anlattı: “Ben mesela dünden beri işe çağırmalarını bekliyorum. Dün gün boyu çağırabiliriz dediler. Akşam aradım, çağırmayacaksanız söyleyin, çoluk çocuk gezelim dedim. Bekle dediler. Akşam 9’da arayıp bugün gelme dediler, onu haftalık izin saydılar. Bugün de bekletiyorlar şimdi; yine çağırmazlarsa gelecek haftanın izni de gitti.”
Yeniden söze giren Mustafa ise pandemi sürecinde vardiya sistemi diye bir şeyin kalmadığını söylüyor. Kendisinin de 2 gündür limandan telefon beklediğini anlatan Mustafa, “Ama patronun ihtiyacı olunca 10 gün, 12 gün 15-16 saat çalışıyorum. İzin bile kullandırmıyorlar. Sanki robotuz. İş olmadığı zaman bir ayda 10 gün gitmediğim bile oluyor. Sonraki aylarda acısını çıkarıyorlar tabi. Bazen 6 gün çalışıyorum, yedinci gün izin bekliyorum, yok. Sonra sekiz, dokuz, on... derken en son ‘Yeter’ diyorum. İnsanız, bizim de dinlenmeye hakkımız var. Ancak öyle izin alabiliyorum.”