Fatih Altaylı'nın Haliç tersanesi ve Deniz taksi yorumları
Habertürk yazarı Fatih Altaylı, İstanbul Şehir Hatları Genel Müdürü Sinem Dedetaş'ın davetlisi olarak, Haliç tersanesini gezdi.
Tersanedeki çalışmaları ve tersanede üretimi yapılan Deniz Taksileri inceleyen Fatih Altaylı, habertürk gazetesindeki köşesinde yorumlarını yazdı.
Fatih altaylı'nın yorumları şu şekilde;
Sinem Dedetaş arayıp Haliç Tersanesi’ne davet edince gitmemek ayıp olurdu.
Hem onca laf et hem de davete gitme.
Olacak iş değildi.
Tabii ki, kalkıp gittim ama siz muhtemelen Sinem Dedetaş kim diye soruyorsunuz şimdi içinizden.
Sinem Dedetaş, genç bir gemi mühendisi.
İTÜ Gemi Mühendisliği bölümünü bitirdikten sonra gemi inşa sektöründe çalışmış.
Sonra İtalyan Lloyd’u diyebileceğimiz RİNA’da (Registro İtaliano Navale) görev almış.
Bu arada bir süre de Gemi Mühendisleri Odası Başkanlığı yapmış.
Sonra eşiyle birlikte kendi denizcilik şirketlerini kurmuşlar ama Ekrem İmamoğlu’nun İBB Başkanı olması ile birlikte kendisine yapılan teklife olumlu yanıt vererek Şehir Hatları Genel Genel Müdürü olmuş ve haliyle Şehir Hatları’na bağlı Haliç Tersanesi’nin de başında.
Sabah erken saatte Haliç Tersanesi’nden içeri girdim.
Şaşırtıcı bir görüntü ile karşılaştım.
HALİÇ TERSANESİ YENİDEN HAYAT BULMUŞ
Benim bildiğim kadarı ile tersane uzunca bir süredir atıl vaziyetteydi ve üretim yapmıyordu.
Ancak bu kez hummalı bir faaliyet göze çarpmaktaydı. Sanki ölü dirilmişti.
Dedetaş’ın odasına girince ne yalan söyleyeyim çok keyif aldım.
Eski şehir hatları gemilerinin şahane maketleri odayı ısıtıyordu. Bir tersanenin başında gülümseyen yüzü ile mühendis bir kadın görmek ise ayrıca çok keyif vericiydi.
Deniz Taksi konusuna irmeden önce, Sinem Hanım bana uzun uzun Haliç Tersanesi’nde yapmakta oldukları işleri anlattı.
Göreve başladığında tersanede faaliyetler uzunca bir süredir durmuş vaziyette imiş.
“Son derece tecrübeli 40-42 yıllık ustalarımız vardı ama iş yoktu. Hemen reorganize olduk. Sistemi yeniden çalışır hale getirdik. Burası Türkiye’nin en eski sanayi tesislerinden biri. Bir kısmı zaten özelleştirilmiş. Son kalan bölüm bu ama işlevsizleştirilmişti. Biz yeniden işlev kazandırdık.”
Gelirken gördüğüm faaliyet bunu gösteriyordu zaten. Ne yaptıklarını sordum.
“Havuzları yeniden faaliyete soktuk. Şehir hatları gemilerinin bakım, onarım, tamirlerini artık burada yapıyoruz. İnşaa işine de gireceğiz. Ancak kapasitemiz yüksek. Dışarıya da hizmet vermek için çalışma başlattık. Refit ihalelerine giriyoruz. Şu anda Kıyı Emniyeti’nin ihalesini aldık. Onların teknelerinin bakımları, onarımları burada yapılıyor. Özel yatların bakım işlerini de almak istiyoruz. Teklifler veriyoruz. Keza deniz taksileri de burada üretiyoruz.”
Gelirken gördüğüm birkaç eski şehir hatları vapuru dikkatimi çekmişti. En sevdiğim hızlı gemiler olan Paşabahçe, Fenerbahçe ve Dolmabahçe vapurlarından biri da oradaydı ama berbat bir haldeydi.
Onları soruyorum.
ESKİ VAPURLARA CAN SUYU
“Epeydir kullanılmayan ve hurdaya ayrıldı diye bildiğim şehir hatları vapurlarını gördüm. Onların söküm işlemini de burada mı yapıyorsunuz?” diye soruyorum.
Aldığım yanıt yanıldığımı gösteriyor.
“Hayır söküm değil. Onarım işi onlar. Bu güzelim gemiler hurdaya ayrılmış ve söküme giderken yakaladık birini. Diğerleri ne yazık ki gitmişti çoktan. Bunu hemen geri aldık ve onarıma başladık. Hurdaya ayrılmasını gerektirecek bir durumları yoktu. Çok makul bir maliyetle onu İstanbul’a geri kazandıracağız. Başka bir iki gemimiz daha var aynı şekilde”
Ardından konu deniz taksilere geliyor.
“Çok çirkinler” diye tekrarlıyorum.
“Zevkler değişir” diyor.
Gülmüyorum.
O da biliyor aslında pek güzel olmadığını deniz taksilerinin.
Gülerek anlatıyor, “80’li yaşlarında eski milli yelkenci bir hanımefendi aradı” diyor.
Aramış ve şöyle demiş, “Kızım o şeyleri denize indirmeyin. Taş gibi batar onlar.”
Gülüyoruz.
“Ne yazık yüzüyorlar” diyorum.
Zaten pek çok tersaneye gitmişler ve teklif almışlar.
“Çok saygı duyduğumuz Ekber Bey’le de görüştük ama onun kalitesi ve fiyatları ile deniz taksi taşımacılığı yapamayız. Çok pahalı olur kullanamaz kimse” diyor Dedetaş.
Fiyatları aldıktan sonra en düşük maliyetin kendi imalatları olduğuna karar verip, Haliç Tersanesi’nde yapmaya karar vermişler deniz taksileri.
Dizayndaki bana göre garabet olan durumu ise “Yüksek kıyılara yanaşabilme, her yerde yolcu indirip bindirebilme, tekerlekli sandalye ile binme imkanı sağlama, iç mekanda basık ve klostrofobik olmayan bir ortam yaratma, deniz korkusuna neden olmayacak bir ferahlık hissi” gibi nedenlere bağlıyor Genel Müdür Sinem Dedetaş.
Ben ise hala daha iyi olabileceğini düşünüyorum.
En iyisi yerinde görmek diye dışarı çıkıyoruz.
EN ESKİ SANAYİ TESİSİMİZ
Önce kısa bir tersane turu.
Sanayi tesislerini zaten çok severim ama Haliç Tersanesi’nde bir de tarih yatıyor.
Tüm havuzlar açılmış ve dolu.
Kıyı Emniyeti’nin tekneleri bakımda çoğunda.
Kıyı bağlanmış iki de şehir hatları vapuru var.
Saçları sökülüyor, yenileniyor, iç mekanları yenileniyor.
“Bunların en az iki yıllık işi var” diyorum önlerinden geçerken.
“Üç dört aya sefere çıkmaya hazır hale geleceklerini zannediyorum” diyor Dedetaş.
Karşıda, karaya çekilmiş antika bir çatana gözüme çarpıyor.
Bence en az 100 yaşında belki fazla.
“Bu ne?” diye soruyorum.
“Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın babasının çalıştığı tekne imiş. Alınmış oraya koyulmuş. Yıllardır duruyor. Ne yapacağımızı bilemedik. Duruyor öyle” diyor.
Hepsi gıcır gıcır. Üzerlerinde çizik yok. Bunca yıldır bunları kullanan tüm ustalara teşekkür etmek lazım. Gözleri gibi hatta gözlerinden bile iyi bakmışlar tüm bu teçhizata.
Daha sonra tersanenin kalbi sayılan bir bölümü geçiyoruz.
Havuzları doldurup boşaltan pompa sistemlerinin olduğu yere.
Hemen hemen 150 yıllık bir sistem. Birkaç küçük modernizasyon geçirmiş, buharlı sistem, dizele ve elektrikliye çevrilmiş ama özünde değişmemiş ve tıkır tıkır çalışıyor.
Tüm tecrübeli elemanları da tutmuşlar ve en eskiler ekip şefi olarak yeni gelenlere bir anlamda oryantasyon yapıyor.
DENİZ TAKSİDE İNDİRİMLİ MOTORLAR
Sonra deniz taksilerin üretimine bakıyoruz.
Toplam 50 adet ve birkaçı elektrik tahrikli olacak.
Gövde kompozit.
İki adet Volvo Penta motoru var.
Volvo’dan müthiş bir indirim almışlar. Söyledi ama yazmamak için söz verdirdi. Hakikaten bayağı bir indirim. “Adet fazla olunca aldık bu indirimi” dedi.
Manas’ın deniz taksi işi batınca teknelere kredi borçlarından ötürü el koyulmuş ve tekneler yeddi emin olarak Haliç Tersanesi’ne bırakılmış.
Tersane yeniden faaliyete geçince bunları ne yapacaklarını bilememişler ve mahkemeden karar çıkartarak başka bir yere almışlar.
Deniz taksi gövde, iki motor, radar dahil tüm denizcilik ekipmanları ve iç donanım ile birlikte yaklaşık 120 bin avroya mal oluyormuş.
Ardından deniz taksi ile bir tur atmak için iskeleye gidiyoruz.
DENİZ TAKSİNİN EN İYİ YERİ İÇİNDE OLMAK
İnmesi binmesi gerçekten rahat.
Kabini de kocaman.
1 metre 90 santimlik boyumla rahatça ayakta durabiliyorum. Epey de yer kalıyor hala.
Kaptan köşkü yolcu bölümünden bağımsız. Daha yukarıda kalıyor.
Öne değil, arkada yukarıya koymuşlar ki, tekne baştan kara yapabilsin diye.
Tekne yol alırken yolcular tamamen kapalı mekanda, içerde durmak zorunda. Kapıyı açıp çıkmak mümkün değil çünkü kapıyı kaptan kontrol ediyor.
Geniş camlardan manzara süper.
S şeklinde koltuklar rahat. Sıralı koltuk değil, bir oturma odası gibi planlanmış.
Emniyet kemerleri güvenliği sağlamak için ama pek bağlayan olmaz.
Koltukların önünde iki de yüksek sehpa var.
Duvarlar lambri. Ama iç mekan işçilik kalitesi çok yüksek değil. Sonuçta Riva değil bu.
Haliyle maliyet düşünülmüş belli ki!
Yola çıkıyoruz.
Teknenin denizciliği fena değil gibi duruyor.
Her zaman çalkantılı olan Haliç çıkışında ve tekne trafiğinin yoğun olduğu Boğaz girişinde ve Beşiktaş’ta makul bir şekilde yol alabiliyor.
Planlanan hız 15 knot. Ekonomik hız bu. Ancak hini hacette 27 mile kadar çıkabilecek. Tabii o zaman yakıt tüketimi birkaç kat artacak. O farkı kim verecek bilmiyorum.
Gayet hızlı ve rahat bir seyirle Ortaköy’e kadar gidiyoruz.
Galataport’un denizden görüntüsü şahane.
Sorunsuz biçimde yol aldıktan sonra geri dönüyoruz ama tam Haliç’e girmek üzereyken köprünün altından tam gaz çıkan bir tur motorunun sert dalgası pruvamız ile başomuzluk arasında patlıyor.
Sertçe sarsılıyoruz ve dalga ön kapının altından içeri sızıyor. Sinem Hanım hemen not alıyor. Gözden geçirilecek ve bu sızıntı engellenecek.
Yanaşıyoruz ve rahatça bindiğim gibi iniyorum.
Genel Müdür olarak izlenimlerimi soruyor.
İçinde sorun yok sorun dışarda diyorum “Guy de Maupassant’ın Eyfel ile ilgili hislerini bu tekne için taşıyorum” diyorum.
O da Eyfel’den nefret ettiği için hep Eyfel’de otururmuş ve soranlara “Paris’te Eyfel’in görünmediği tek yer burası” dermiş.
“Ben de bu teknenin içinde otururum” diyorum.
10 kişilik deniz taksilerin yanı sıra dolmuş gibi kullanılacak ve aynı gövdeye yan yana oturmalı şekilde tasarlanacak bir modeli de üretmeyi planlıyorlar.
Ayrıca biraz daha şık bir modeli de Galataport’a yolcu taşımak için yapacaklar galiba. Tabii parası Galataport’tan çıkacak.
Ben de kendimce en azından o yüksek ve kaba görüntüyü biraz daha makul hale getirebilecek birkaç öneri yapıyorum.
Sonuç olarak deniz taksi işlevsel mi işlevsel.
Ama hala çirkin.
Ama beni asıl etkileyen Haliç Tersanesi’nin yeniden faaliyete geçmesi ve hummalı bir faaliyet içinde olması oldu.
Keşke bu tarihi tersaneyi haftanın bir iki günü okulların gezisine açsalar da çocuklarımız üretmenin güzelliğini ve manasını yerinde görebilseler.