Göçmen Faciası konusunda önemli bir tespit
İZMİR’de meşhurdur.
Halk arasındaki tabirle...
"Oteller Sokağı!"
Gir orda mimli bir kahveye...
Çaycıya yanaş, "Yunanistan’a geçmek istiyorum" de, "Paran var mı" diye sorar, "Var" dersen, seni ilgili "seyahat acentesi"nin "yetkilisi"ne götürür... Yetkili, genellikle, yumurta topuk, elde tespih, nargile fokurdatan bir arkadaştır... "Kaç paran var" der, söylersin, "Olur" der, gece yarısı gelir, seni öbür "turist"lerle birlikte "yükler" kamyonete, Seferihisar-Urla-Karaburun hattında sakin bir koya getirir, parayı tahsil eder, nakit, 10 ila 20 metre ebadında balıkçı teknesi görünümlü "kruvaziyer"e bindirir, "kaptan"a teslim eder.
Biliyor.
Yapabileceği bir şey yok.
İstese, bir gecede toplar hepsini...
Toplarsa, başına bela almış olur!
Çünkü, Türkiye’de konsolosluğu yoksa, yakaladığın "kaçağı" geri gönderemiyorsun... Ne yapıyorsun? "Misafirhane"ye koyuyorsun. Ne bina yetiyor, ne yatak, ne yemek... Üstelik, misafirhane dediğin, cezaevi değil... Tıktığın adama "çıkman yasak" dersen, "faşist ülke" oluyorsun. Ne yapıyorsun? Koyveriyorsun işin ucunu... Mesela, geçenlerde öldürülen Nijeryalı Festus Okey’in normalde Mersin’deki misafirhanede olması gerekiyordu.
Nerede öldürüldü gariban?
İstanbul’da!
Eli cebinde geziyorlar çünkü.
Parasız, evsiz, pasaportsuz.
E bu şartlarda, ne kadar altın-pırlanta girdiğini, ne kadar bavul dolar girdiğini, ne kadar silah, bomba, uyuşturucu girdiğini tespit etmek mümkün mü? Ya terörist?
Türkiye’nin boğulan mültecilere üzülüyormuş gibi yapmayı bırakıp, "kevgire" dönen sınırlarını kontrol etmesi gerekiyor artık... Vebaldir bu.