4) Ve İlk Savaş Gemileri
Bir önceki bölümde antik Yunan uygarlığının M.Ö 6. yy’da bir altın çağa girdiğinden bahsetmiştik. İşte bu dönemde giderek varsıllaşan Yunan şehirlerinden Korintos’da (Korint),o zamana kadar benzerine rastlanmayan büyüklükte ve biçimde gemiler inşa edilmeye başlandı. Bunlar diğer gemilere göre daha büyük oldukları gibi, inşa etmesi de diğerlerine göre çok daha masraflıydı. Pahalı olmalarından dolayı aşağı yukarı 200 yıl rağbet görmeyen bu gemiler, M.Ö 500 yılından itibaren denizlerde hakimiyet kurmaya başladılar. “Trireme” olarak adlandırılan bu gemiler ilk gerçek savaş gemisi olarak kabul edilir. M.Ö 480 ‘de tarihin ilk büyük deniz savaşı olan Salamis deniz savaşında 400-500 Triremeye sahip Yunan donanması, kendisinden daha fazla triremeye sahip olan, fakat aslen bir kara uygarlığı olduğu için denizciliği pek beceremeyen Persleri bozguna uğrattı.
Gemilerin askeri amaçlarla kullanılması denizcilik tarihi kadar eskidir. Ancak Triremelerden önce gemiler daha çok asker ve silah nakletmeye yarıyordu. Şu günlerde vizyona giren “Truva” filminde de canlandırıldığı gibi bu deniz araçları, bir çıkarma gemisi gibi kullanılıyordu. Triremeler ise deniz üzerinde savaşmak için, düşman filolarını yok etmek için tasarlanmıştı. Yani günümüz “Destroyerlerinin” işlevini görüyorlardı.
Yelkenli gemileri ilk Mısırlıların kullanmaya başlaması gibi, gemileri askeri amaçla da ilk olarak Mısırlılar kullanmaya başladılar. M.Ö 2300 yıllarında Filistin’e yaptıkları yağma seferlerinde gemileri asker, silah ve erzak taşımak için kulandılar. Bu seferler Fenike ve Suriye’yi de içine alacak şekilde yüzlerce yıl sürdü. Bu seferlerde kullanılan gemiler, yelkenin yanında, küreklere de sahipti. Çünkü uzun yolculuklarda sadece rüzgara bağımlı olmak sakıncalıydı. Kürekler rüzgara bağımlı olmaksızın hız sağlayabildiği gibi, aynı zamanda kadırgalar için daha fazla manevra kabiliyeti demekti.
Bu ilk askeri kadırgalardan bir kısmı ağır ve yavaş, bir kısmı hafif ve hızlıydı. Anlaşılacağı üzere ağır olanlar daha fazla erzak taşımak için tasarlanmıştı. Bu gemiler önden giderek sefer düzenlenecek kıyı yakınlarında kurulan limanlara erzak bırakıyor yani bir çeşit lojistik hizmet veriyorlar, hafif ve hızlı kadırgalar ise aynı bölgeye askerleri çıkarıyordu.
Bu gemilerin tek vurucu gücü, silahlı askerlerdi, gemilerin kendi üzerinde ayrıca bir silah donanımı yoktu. M.Ö 1200 civarında mahmuzlu gemiler ortaya çıkmaya başladığında ise denizler üzerinde kökten değişimler başlıyordu. Ama bugün de gayet iyi biliyoruz ki, her yeni teknolojinin maddi bir bedeli vardır. Bu tip gemiler başlarda pek rağbet görmese de etkinlikleri anlaşıldıkça, ağalar, beyler zamanla kesenin ağzını açmaya başladılar ve mahmuzlu gemiler M.Ö 850 den itibaren sık olarak kullanılmaya başlandı. Bununla birlikte gemi yapım tekniğinde önemli değişiklikler olmaya başladı.
Mahmuzlu gemiler, burun kısımlarında bronzla kaplanmış boynuz gibi bir çıkıntıya sahiptiler. Bu boynuzu mümkün olan en şiddetli şekilde düşman gemisinin yan tarafına vurdurarak kullanılamaz hale getrmeyi amaçlarlardı. Bu hareket amaca ulaşılana dek tekrarlanırdı. Bu nedenle mahmuz ortaya çıktıktan sonra artık gemi gövdelerini daha sağlam yapma ihtiyacı doğdu. Bu daha sağlam yapılan gemileri yaralamak için daha kuvvetli mahmuz darbeleri, böyle güçlü darbeler için ise daha fazla kürekçiye ihtiyaç vardı. Ancak o zamanlar teknik olarak yapımı mümkün olan en uzun gemiye bile, arka arkaya en fazla 25 kürekçi dizilebiliyordu. Gemi yapım ustaları bu sorunu üst üste iki kat kürekçi yerleştirerek çözdüler, böylece tekne boyunu uzatmadan kürekçi sayısı iki katına çıkarılabiliyordu. Tiriremeler’de ise kat sayısı üçe çıkartılmıştır, zaten Tirireme adı buradan gelmektedir.
Yaklaşık 3.000 yıldan beri, insanlar bu ölüm kusan taşıtları geliştirdi durdu. Daha vurucu güç , daha çok yıkım ve daha çok kan için. Uluslar ne kadar büyük bir donanmaya sahip olurlarsa, o kadar gurur duydular ve kendilerini güvende hissettiler. Yurtları ne kadar büyük bir donanmaya sahip olursa bu onlar için o kadar fazla zenginlik demekti. Kendileri için gurur, güven ve zenginlik demek olan şeyin, onlara daha az sahip olan hemcinsleri için ölüm ve acı demek olduğunu anlamak istemediler, istemiyorlar. Bugün de her yıl dünya ölçeğinde trilyonlarca doları bulan askeri harcamaların önemli bir kısmı, hala donanmalara harcanıyor. Eğer A.B.D ve İngiltere gibi ülkeler bu kadar devasa donanmalara sahip olmasalardı, ülkelerinden binlerce mil uzaktaki Irak’ı işgal etmeleri böylesine kolay olmazdı.Tıpkı onlar da eski Mısırlılar gibi,Troya’yı yıkmaya giden Akha’lar gibi askerlerini bu gemilerle taşıdılar uzak savaş alanlarına. Demek ki eski Mısır’dan bu yana iki şey değişmemiş; birincisi teçhizat ve mühimmatın önemli bir kısmının işgal edilecek coğrafyaya gemilerle taşınıyor olması, ikincisi ise yaşlı Ortadoğu’nun binlerce yıldır güçlü fatihlerin hedefi olması. Denizcilik tarihinden bahsederken savaştan hiç bahsetmek istemezdik, ancak, denizcilik tarihi biraz da savaşın tarihidir. Deniz rüzgarları her zaman kan kokusu taşımıştır. Denizler biraz da göz yaşından oluşur.
Maalesef....
Engin AK
Eklenme tarihi: 27.05.2004
Bu yazı 8453 kez okunmuştur
|
Aşağıdaki bölüme makale ile ilgili yorumlarınızı yazabilirsiniz
YORUMLARINIZ