5) Helenistik çağ
Bir önceki bölümde belirttiğimiz gibi, Trireme büyüklüğünde gemilerden oluşmuş bir filoya sahip olmak oldukça maliyetliydi. Bu durumun bir sonucu olarak MÖ 5.YY da “
Atina Deniz Birliği” kuruldu. Bu Ege ve kıyılarındaki şehir devletlerinin maddi olanakları çerçevesinde kattıkları gemilerden oluşmuş, devasa bir donanmaydı. En büyük katkıyı sağlayan Atina olduğundan, bu birlikte doğal olarak onun borusu ötüyordu. Atinanın karşısında ise iki güç vardı. Bunlar; Persler ve Sparta idi. Pers İmparatorluğu Anadolu’yu, bir çok Ege Yunan site devletini ve Fenikeliklerin topraklarını ele geçirmiş, gücünün ve ihtişamının doruğundaydı. Ama asıl olarak bir kara uygarlığıydı, dolayısıyla Yunanlılar ve Fenikeliler kadar denizcilikte becerikli değillerdi. İhtiyaç duyduklarında, hakimiyetleri altındaki Yunan ve Fenike şehirlerinden donanma temin ediyorlardı. Atinanın karşısında ise Sparta önderliğindeki diğer şehir devletlerinden bir güç vardı. Spartalılar bir gün Perslere muazzam Atina donanmasını yenebilecek bir donanma kurabileceklerini, ama bunun için Perslerin kesenin ağzını açmaları gerektiğini söylediler. O dönemde zenginliklerinin doruğunda olan Persler, bunun denemeye değer olduğunu düşünerek parayı verdiler.
Aslında Spartalılar da Yunanlıydı. Ancak Perslerden aldıkları paralarla söz verdikleri donanmayı kurdular ve soydaşlarını Peloponneos deniz savaşında alt ederek, Atinanın Deniz gücüne 100 yıl toparlanamayacak şekilde son verdiler.
M.Ö. 4.YY’da Atina bu birliği yeniden kurdu. M.Ö.330 ‘a gelindiğinde, 400 Triremeden oluşan dönemin en büyük donanmasına sahiptiler. Ama bu güçlü donanmanın hakimiyeti sadece 10 yıl kadar sürdü. Çünkü artık Triremelerden daha güçlü, daha maliyetli gemiler hızla ortaya çıkmış ve dolayısıyla bu tip gemilerin maliyeti, bir ittifak olsalar da, şehir devletlerinin bütçesini aşmıştı. Bu maliyeti karşılamak için daha gelişkin bir devlet yapısına ihtiyaç vardı ve bu ancak bir İmparatorluk yapısı olabilirdi. Böyle bir yapının ilk mütevazı örneği Sicilyadaki tüm şehir devletlerini egemenliğine alan I.Dionysios tarafından kuruldu. I.Dionysios donanmasına Triremelerin yanında, Tetretes (Dört bölmeli) ve Penteresleri (Beş bölmeli) de katarak 300 parçalık bu donanmayla Akdeniz’in yeni hakimi haline geldi.
I.Dionysios, M.Ö.367 ‘de öldükten sadece 33 sene sonra M.Ö.334 ‘de Büyük İskender, yurdu Makedonya’dan yola çıkarak, ona büyük ünvanını veren muazzam fetih hareketine başladı. Tüm Yunanistan, Anadolu ve Fenike diyarını ele geçiren İskender, İran üzerinden Hindistan kapılarına dayandı. Öldüğünde ne Pers İmparatorluğu, ne Yunan, ne de Fenike adları kalmıştı. Bu geniş coğrafyanın tek adı vardı o da ; İskender İmparatorluğu........
Bir Yunanlı olan İskender, ilk büyük Yunan İmparatorluğunu kurdu. İkincisi ve sonuncusu ise Batı Romanın yıkılmasından sonra ortaya çıkacak olan Bizans idi......
Ama büyük ve güçlü İmparatorluklar, ayakta kalabilmek için hiç şüphesiz o oranda büyük bir yönetim dehası ve büyük bir lidere ihtiyaç duymaktaydılar.
Ne yazık ki Büyük İskenderin ardılları bu ikisine de sahip değillerdi. Onun liderlik dehasının birarada tuttuğu, en güçlü generalleri, onun ölümüyle birlikte kendi kişisel ihtiraslarına yenik düşerek, büyük Fatihin İmparatorluğunu kendi yönettikleri daha küçük ölçüde, ama yine de güçlü krallıklara bölerek parçaladılar. Ve birbirleri ile İskender’in ölüm yılı M.Ö.323 de başlayan ve 300 yıl sürecek olan bir boğazlaşmaya giriştiler. İşte bu 300 yıllık tarih dilimine “
Helenistik Çağ” denmektedir.
Helenistik çağ, denizciliğin özellikle askeri alanda büyük atılımlar yaptığı bir dönemdir. Çünkü söz konusu krallıkların kendi aralarındaki ölümcül rekabet, daha güçlü donanmalar gerektiriyordu. Bunun sonucu olarak, daha büyük ve daha güçlü silah donanımına sahip gemiler üretmeye başladılar.
Dörtlüler ve beşlilerden sonra M.Ö 315’te “Yedililer”, M.Ö 301’de “sekizliler”, “dokuzlular”, “onlular”, “onbirliler”, “onüçlüler”, M.Ö 228’de “on beşliler” ve “on altılılar”, en sonunda da “yirmililer” ve “kırklılar” üretildi. Aşağı yukarı 250 yılda “üçlüler” yani Triremeler’den kırklılara varan bir büyüme süreci yaşandı. Bu “on üçlü”, “on birli” gibi isimlerin neyi ifade ettiği bugün tam olarak bilinememekle birlikte, kabaca bu büyük kadırgaların kürekçi sayısı ve dizilişi ile ilgili olduğu sanılmaktadır. Bir tekne ne kadar çok kürekçi ve kürekçi katına sahipse şüphesiz daha büyük olmak zorundaydı. Bu büyük kadırgalardan devasa boyutlarda olan “kırklı”, aslında savaşta hiç kullanılmamış olmasına rağmen sadece aleme hava olsun diye üretilmiş bir ihtişam sembolüydü.
Triremelerin tek silahı mahmuz ve askerler iken, gittikçe büyüyen kadırgalarda mahmuz hiçbir zaman terk edilmemekle birlikte, pruva ve kıç güvertelerinde okçular, mızrakçılar taşıyan portatif ahşap kuleler; taş, büyük ok ve ateş topları fırlatan mancınıklar vardı.
Devasa kadırgalar pek uzun ömürlü olmamakla birlikte “yedililer” ve “onlular”, Helenistik çağın sonuna kadar kullanılmaya devam edildi.
300 yıl boyunca birbirleriyle savaşan yunanlılar, sonunda güçsüz düşünce, M.Ö 31’de giderek güçlenen Roma donanması, nihayet “Aktion” savaşında Yunanlılara son darbeyi indirdi. Artık Akdeniz’de, Helenistik çağ kapanırken savaşın galibi olan Roma donanması karşısında durabilecek hiçbir güç kalmamıştı. Mısır’a da kesin bir şekilde boyun eğdiren Romalılar, Akdeniz’e “
Mare Nostrum” adını takacaklardı. Bu “Bizim deniz” anlamına geliyordu .Yani Romalıların denizi..............
Yaklaşık beş yüz yıl süren Yunan hakimiyetinde, Akdeniz şüphesiz yalnızca savaş gemilerinin ve tekniklerinin gelişimine sahne olmadı. Ticari denizcilik de alabildiğine gelişti. Karadeniz ve Akdeniz ticaret gemisi kaynıyordu.
En önemli ticari ürün olan tahıl, en çok güney Rusya da üretiliyor ve buradan, bu ürünlere sahip olmayan veya yeterli üretimi olmayan bölgelere gemilerle taşınıyordu. Aynı şekilde batı Anadolu’da, Ege adalarında ve İtalya’nın bazı bölgelerinde şarap; Anadolu,Yunanistan, İspanya ve Kuzey Afrika da zeytinyağı gibi zaruri ihtiyaçlar üretiliyor ve ihtiyaç fazlası, gemilerle başka şehirlere gönderiliyordu. Zeytinyağı ve şarap üretimi olmayan Karadeniz şehirleri ise tuzlanmış balık ve tuzlanmış balık suyundan elde edilen, Romalıların Garum dediği bir tür sosu satıyorlardı. Tabi ki bu ana ticaret mallarının haricinde birçok farklı mal da deniz yoluyla el değiştiriyordu.
Bazı zenginler, bugünkü yatların karşılığı sayılabilecek özel teknelere sahiplerse de bunun haricinde insan taşımaya yönelik özel gemiler yoktu. Deniz yolcuları da ticari gemilerde kendilerine ayrılan, genellikle güvertedeki bir bölümde seyahat ederlerdi. Tahmin edebileceğiniz gibi bu oldukça konforsuz bir yolculuktu ve birçok tehlike içermekteydi. Her şeye rağmen artık denizyolu İnsanoğlunun vazgeçilmezleri arasına girmişti...........
Aşağıdaki bölüme makale ile ilgili yorumlarınızı yazabilirsiniz
YORUMLARINIZ